Bir hasret ki mahpusta ve sürgünde memleketi yakınlaştıran; kavgamıza umut veren çocuk gözlerinde.
Bir kavga; güzelleştirmek için yaşamı kolları sıvamak; eşitliğin sözleriyle boyamak için yeryüzünü, omuz omuza durmak aynı safta…
Bir ümit, ekmek gül ve hürriyet günleri için…
Ben Nâzım Hikmet, yanı başındayım!
Şimdi “Nâzım Hikmet” diyecek arkamdan, adına “muhalefet” denen düzen siyasetçisi, “Büyük memleket şairi; bakın sözlerine: ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’”… Ne normalleşirim senin düzeninle, ne de var olurum seninle kardeş olacağım ormanda, tek bir dalımla bile.
Kardeş bakma uzaklara, oralarda değilim ben; aranızdayım. İş çıkışı sana gazete uzatanı görüyor musun? Tut onu kolundan, o “benim” işte!
Fabrikada “patronun da sendikanın da kölesi değiliz” diyen arkadaşını tanıdın mı? Bütün şiirim, işte onun sözlerinde!
Şuradaki kızıl önlüklüye bak; yüzünün aydınlığına, umuduna saldıran düzenin sömürüsüne inat, nasıl da gülümsüyor sana… O önlüğün kızılında ben de varım!
Yurdumuzu sermayeye peşkeş çekip “globalleşme” diyerek savaş çığırtkanlığı yapan kalleş; Nâzım Hikmet hiçbir zaman olmadı, olmayacak seninle kardeş!
Sabah akşam “serbest piyasa” diyenle kardeş olana; “bir ağaç gibi tek ve hür” diye maval okuyup para peşinde koşana değil bizim davetimiz.
Bizim davetimiz sana: Davetimiz “nereye gidiyor bu memleket, bir şey yapmalı” diyene.
Çocuklarımız boğuşuyor açlıkla. Tepelerinde bir avuç molla, göz dikmişler benzi solmuş çocuklarımıza: “Cemaatler ve tarikatlar dağıtılsın” diyen kardeşim; bu davet sana!
Yerli sermaye iş tutuyor yabancıyla. İkisi birden çörekleniyor ekmeğimizin üzerine. “Artık yeter! Yaşasın eşit, tam bağımsız Türkiye!” diyen arkadaş, işte sensin bu davete yoldaş.
Ben Nâzım Hikmet, aranızdayım: Tepeden tırnağa kavga,
Tepeden tırnağa hasret,
Tepeden tırnağa ümit!