Neoliberalizmde İşçi Sınıfı Atölyesi
Neoliberalizm tarihinin işçi sınıfı ekseninden tartışılacağı atölyenin programı şu şekildedir;
1.Hafta: Kapitalist sistemin krizi ve 1980 sonrası neoliberal politikalar: Ücretlerin düşürülmesi / Sendikaların etkisizleştirilmesi / Özelleştirmeler / Sosyal devletin küçültülmesi
2.Hafta: Neoliberalizmin siyasal yansıması: Şili’de Allende’nin darbeyle devrilmesi / İngiltere’de Thatcher ve ABD’de Reagan’in iktidara gelmesi / Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesi: 24 Ocak kararlarının uygulanması, Darbe sonucunda işçi sınıfının hak kayıpları
3. Hafta: Üretim süreçlerindeki değişim, reel sosyalizmin çöküşü ve 2008 krizi: Fordizmden post fordist üretime geçiş / 1989-1991 reel sosyalizmin çöküşü / Küreselleşme ve 2008 krizi
4. Hafta: Türkiye’de 1980 sonrası siyasal ve sendikal gelişmeler: ANAP dönemi ve 1989 Bahar Eylemleri / Emek Platformu’nun oluşumu, Derviş politikaları ve 2001 krizi / AKP döneminde emek karşıtı, anti-sendikal politikalar / TEKEL direnişinden günümüze emek hareketinin tavrı
Atölye Yürütücüsü: Atilla Özsever
Atölye Başlangıç Tarihi: 18 Ocak 2025
Atölye Günleri: Her Cumartesi 14:00-16:00 arası
Atölye Süresi: 4 Hafta
Sanat Felsefesi Atölyesi
Günümüzde sanatın ne olduğunu araştırmak isteyen insanlar, bir bantla duvara yapıştırılan bir muzun sanat eseri olarak on binlerce dolara satıldığını görünce düşünemez hale gelmektedirler. Herhangi bir şey sanat eseridir denince onun sanat eseri kabul edilmesi, aslında sanat olanla olmayanın sınırının ortadan kalkması demektir. Sanat olanla olmayanın sınırının ortadan kalkması ise sanatın inkarı demektir. İşte çağımızda sanatla İlgili olarak gelinen nokta budur.
Sanatın inkarı demek olan sözde sanat eserlerine bakılarak sanatın ne olduğunun belirlenemeyeceği açıktır. Sanatın ne olduğu araştırılacaksa, bunun gerçek sanat eserlerinin göz önüne alınmasıyla yapılabilmesi doğaldır. Şüphe yok ki gerçek sanat eserlerinin hangileri olduğunu belirleyebilmek de sanatın ne olduğunu önceden zaten bilmeyi gerektirmektedir. Bu durumda yapılabilecek tek şey, araştırmacılığı askıya alarak, birer seyirci olarak ya da birer alımlayıcı olarak bizi etkileyen sanat eserlerine bakmaktır.
Bundan 2500 yıl önce Aristoteles sanat olanla olmayanın sınırını çizmiştir. Edebiyatın evrenselliği yansıttığını, bu nedenle tarihe göre daha felsefi olduğunu söyleyen Aristoteles’e göre, edebiyatın, tarih gibi tekleri değil, evrensel olanı yansıtabilmesi, edebiyatın insan olanaklarını yansıtması sayesindedir. Yani edebiyatın ayırıcı özelliği, onun insan olanaklarını yansıtmasıdır. Bir 18. yüzyıl düşünürü olan Immanuel Kant’a göre de her bir sanat eseri kendi yasasını, kendi evrenselini birlikte getirir. Ama bu, sanat eserinin içinde açıkça dile getirilmez. Bir sanat eseri alımlandığında (yani onu okuduğumuzda, izlediğimizde, dinlediğimizde) onun altına gireceği evrenseli bulmak bizim yargı gücümüzün işidir. Gerçek sanat eserinin tıpkı bir doğa ürünü gibi olduğunu söyleyen Kant’a göre, sanat eseri kendi amacını dile getirmez; ama bir amaçlılık taşıdığı anlaşılır; Kant buna “amaçsız amaca uygunluk” diyecektir. Doğa ürünü olan örneğin bir meyvanın canlıların yemesi için olduğunu (böyle bir amaçlılığı) temellendiremeyiz; ama yine de onun rastlantı ile olmadığını, bir amaçlılık taşıdığını sezeriz; Kant’ın ünlü kavramı “amaçsız amaca uygunluk”un arkasında işte böyle bir düşünce vardır. Dehanın ürünü olan sanat eseri de, böyle bir amaçlılık taşır. Ama bu, sanat eserinde açıkça dile getirilmez, bunu bulmak yargı gücünün işidir. Alımlayıcının yargı gücü ne kadar keskinleşmişse, zor sanat eserlerini o kadar derinden kavrayabilecektir. Yani her bir sanat eserinin birlikte getirdiği, ama dile getirmediği yasayı ya da evrenseli bulabilecektir. Ne var ki gerçeklikte yargı gücü yetersiz olan eleştirmenler kendi durumlarına hiç bakmadan sözde değerlendirmeler yapıyorlardı.
Gombrich Sanatın Öyküsü isimli kitabında bu noktayla ilgili çok ilginç bir örnek anlatmaktadır: İzlenimci sanat eserleri ilk defa ortaya çıkıp sergilendiklerinde sözde değerlendirme yapan eleştirmenler bunları anlamsız görmüşler ve aradan geçen 15 yıl sonra bu eserler müzelerde yer alınca utanılacak duruma düşmüşlerdir. Bu eleştirmenlerin utanç verici durumuna düşmek istemeyen yeni eleştirmenler sanat eseri olma iddiasıyla ortaya çıkan her şeyi överek göklere çıkarmaya başlamışlardı. Sanat eseri olduğu iddiasıyla bir bantla duvara yapıştırılan muza, sanat olanla olmayanı ayıracak durumda olmayan değerlendirmelerin sanat dünyasına egemen olmasıyla geldik.
Kant’ın sanatın neliği ile ilgili önemli açıklamalarından birisi de sanatın iki ayrı anlamının olduğu, yani birbirinden farklı iki ayrı anlamda sanatın olduğuydu; zanaat anlamında sanat ve özgür sanat ya da güzel sanat. Bunlardan ilki, yani zanaat öğretilebilir ve öğrenilerek yapılabilirdir. Oysa ikincisi, yani güzel sanat anlamında sanat eserleri dehanın ürünüdür, öğretilebilir değildirler. Dolayısıyla deha böyle sanat eserleri yaratmayı başkalarından öğreniyor değildir. Deha özelliği taşıyan çocukları keşfedip yetiştirecek yerde, böyle bir özelliği olmayan insanları eğiterek onlara sanatçı olmayı öğretebileceğini sananlar, zanaatçı yetiştirdiklerinin farkında değillerdi.
Romanlardan senaryo yaza yaza ustalaşan birisi elbette herhangi bir roman olmadan da senaryo yazabilecek bir düzeye varabiliyor. Ya da yazarlar okulunda roman yazmanın öğretilmesi ile roman da yazılabiliyor. Böylesi sanat eserlerinin içine zaten bilinen birtakım fikirler yapay olarak sokulabilse de, bunlar hala zanaat anlamında sanat olmaktan çıkmazlar. Çünkü (Kant’ın özgür sanat dediği anlamdaki) gerçek sanat eserlerinin getirdiği fikirler onlara yapay olarak sokulmuş değil, sanat eserleri aracılığıyla ilk defa insan dünyasına katılan fikirlerdirler. Platon’un ideleri, (yani erdemleri) bilmeyen insanları sanatçı olarak kabul etmeyişi boşuna değildir. Kısaca dile getirilirse, gerçek sanat eserleri daha önce bilinmeyen yepyeni fikirler, ideler getirebilme kapasitesine sahiptir. Ama bunun için sanatçıların özgür olarak yetişebilmeleri gerekir.
Sanatın konusu insandır. Fakat sanatçının insanı nasıl yansıtacağı insanı nasıl gördüğüne bağlıdır: Bir insan grubunda egemen olan düşünce ya da fikirlerin bir sanat eserine “yedirilmesi” ile ortaya çıkacak eser ustalık ürünü olan bir zanaat eseri olacaktır. Söz konusu düşünce ya da fikrin evrensel değil de sırf bir gruba özgü olması durumunda, başka insan grupları tarafından bu eser güzel değil, çirkin ve kötü olarak değerlendirilecektir. Böylesi durumlar karşısında sanat eserlerinin göreli ya da öznel olduğu sonucuna varılmaktadır. Bir sanat eseri dehanın ürünü olduğunda onunla birlikte gelen fikir ya da düşünceler açıkça dile getirilmediğinden yargı gücü yetersiz olanlar ile yeterli olanlar o eser hakkında birbirinden farklı değerlendirmeler yapabilmektedir. Bu da sanatın göreli ve öznel olduğunu öne sürmede bir başka neden olarak belirleyici olmaktadır. Böyle durumlarda yargı yetisi yetersiz olanlara göre bir eserin hiçbir anlamı yok iken; yargı gücü keskin olanlara göre o eser dünya çapında önemli düşünceleri yansıtan bir eser olarak tanınmaktadır. Bir sanat eserinin kimilerine göre anlamsız ya da çirkin olarak değerlendirilebilen, kimilerine göre ise dünya çapında önemli olan fikirleri içeren bir eser olarak değerlendirilebilmesi, konuya ne olup bittiğini anlayamadan, dışardan bakanlar için sanatın göreliliği ve öznelliğinin kanıtı olarak görülmektedir. Büyük sanat eserlerinin salt propaganda ve oylamayla büyük oldukları kanısı böylesi akıl yürütmelerle günümüze kadar gelmiştir.
Öyle görünüyor ki kolay yoldan sanatçı olmak isteyen bazı kimseler bu durum karşısında şöyle bir sonuca varmaktadırlar: Demek ki sanat eserlerinin bir anlamı olması gerekmiyormuş, anlamını bulmak alımlayıcının görevi imiş. Duvardaki muzu sanat eseri olarak kabul etme görevimiz böyle ortaya çıkmış olabilir mi? En azından bazı insanların, Platon’un deyimi ile yansıtacak bir idesi, bir düşüncesi olmayan sözde sanatçıların böyle düşündüğünü söylemek yanlış olmaz.
Biz felsefe atölyemizde yapacağımız sanat felsefesi derslerinde sanatla ilgili görüşlerin bu serüvenini ele almakla kalmayacağız, aynı zamanda sahici sanat eserlerinin ayırıcı özelliklerinin neler olduğunu, sanat eserlerinin nasıl doğru değerlendirilebileceğini de ele alacağız. Aristoteles’in edebiyat ile tarihi karşılaştırmasından sonra günümüze kadar benzer karşılaştırmalar sıklıkla yapılmıştır. Biz de atölyemizde sanat eserleri ile bilgi iletme amaçlı çeşitli türden metinlerin gerçeklikle ilişkilerini karşılaştıracağız. Sanatın ne olduğunu belirleyebilmek amacıyla, bu iki türden metnin dokusunun karşılaştırılması da günümüzde sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. Atölyemizde bu yöntemin sanatın ne olduğunun belirlenmesinde ne ölçüde işe yaradığını da tartışacağız. Sanat eserlerinin ideolojiyle, ahlakla ve etik değerlerle ilişkisi de üzerinde duracağımız konulardan biri olacaktır. Sanatçı ile sanat eserinin, sanat eseri ile alımlayıcının, sanat eseri ile toplumun ilişkilerinin ne olduğu ve nasıl belirlendiği gibi sorunlar da konu başlıklarımızdan olacaktır. Katılımcıların ele alınmasını isteyebileceği soru ve sorunlar da ele alınacaktır.
Atölye Yürütücüsü: Prof.Dr. Abdullah Kaygı
Atölye Başlangıç Tarihi: 12 Ocak 2025
Atölye Günleri: Her Pazar 14:00-18:00 arası
Atölye Süresi: 4 Hafta
Solun Tarihi Üzerine Okumalar
Türkiye sol tarihinin genç kuşakların ilgisini çekecek bir literatüre konu olduğunu söyleyemeyiz. Elimizdeki kaynaklar ya olguların sergilenmesi, ya geçmişe ilişkin polemikler, ya da sübjektif anlatıların egemenliği altında. Oysa tarih bugünle bağlantısı nedeniyle güncel değer taşır. Altı oturumluk bir çalışmada yüz yıllık bir süreç olsa olsa geçmiş olgu, polemik ve tanıklıkların bugünle bağlantıları çerçevesinde taranabilir. Çalışmamız konuyla ilgili bilgilenmesi sınırlı katılımcıların bilgilerini arttırmalarını sağlayacak, parçalı bilgileri de belirli bir güncel bağlam içine yerleştirmeye yardımcı olacaktır. Ancak, tarihin bugünle güçlü bağlantıları olduğu kabulüyle kurgulanan bu çalışmanın, solun çok bölmeli niteliği karşısında “tarafsız” bir tutum alma iddiası yoktur. Dahası böyle bir tarafsızlık zaten mümkün de değildir. Taraflılık ise ne objektif olmanın, ne de katılımcı bir çalışma yürütmenin önünde engeldir.
Ön okuma: E.H.Carr, Tarih Nedir?
Katılımcıların tarihe yaklaşım açısından son derece ufuk açıcı olan bu kısa kitabı önceden okumuş olmaları önerilir.
Atölyenin programı şu şekildedir;
- Oturum – Tarih araştırmalarında yöntem. Türkiye sol tarihini nereden nasıl okumalı? Sol tarih yazımının sorunları. Solun kategorileri: Geleneksel sol, yeni sol, devrimci demokrasi…
- Oturum – Türkiye’de solun ve işçi sınıfının ilk birikim dönemi ve TKP’nin kuruluş dinamikleri, Osmanlı işçi sınıfı ve sosyalizmi / Kurtuluş Savaşı ve Ekim Devrimi
- Oturum – Uzun arayış: Kuruluştan 1960’lara. Sovyet faktörü / Kemalizm sorunsalı / Kapitalizm yolunda restorasyon ve TKP’nin sahiplendiği özgün miras / 50’ler karanlığı
- Oturum – “Altın” yıllar: Solun çeşitlenmesi, toplumsallaşması – Solun yenilgisi ve tasfiyesi TİP’in dinamikleri / 1968 hareketi / 1977 kırılması / 15-16 Haziran’dan 12 Eylül’e sol
- Oturum – Büyük tasfiye: 12 Eylül faşizmi ve liberalizm / Glasnost etkisi / Tasfiye kavramları
- Oturum – Tarih solda yavaş akarken: Bahar eylemleri / kamu emekçileri / Kürt faktörü / neoliberalizm dönemi: sınıfa tasfiye, sola liberalleşme / Yeniden kuruluş dinamikleri
Kaynakça:
* Parti Tarihi 1 ve 2, Yazılama yayınları
* Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 6 ve Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Sol, cilt 8, İletişim yayınları: Bu iki ansiklopedik kaynaktan ilki daha “tarafsız” olma çabasıyla yazılmış, farklı yorumları içermiş, öte yandan eskimiştir. İkincisi ise genel olarak mevcut durumu yansıtma açısından son derece sübjektif ve egemen yorumu itibariyle sol liberal niteliktedir. Ancak “ansiklopedik” olmaları nedeniyle burada anılmayı hak ediyorlar. Her ansiklopedik kaynak gibi STMA ve MTSD-sol da başvuru amaçlı olarak ilgili bölümlere göz atmak üzere değerlendirilebilir.
* Tarihin çeşitli dilimlerine ilişkin geniş bir kaynakçaya sahibiz. Bu eserlerin önemli bir kısmı, Tüstav tarafından yayınlanmış veya Tüstav sitesinde erişime açılmış bulunmaktadır: http://www.tustav.org/
Atölye Yürütücüsü: Aydemir Güler
Atölye Başlangıç Tarihi: 24 Ekim 2023
Atölye Günleri: Her Salı 19:30 – 22:00
Atölye Süresi: 6 Oturum
Kapital’i Okuma Atölyesi
Atölye, katılımcıların, Karl Marx’ın temel eseri olan Kapital’in 1. Cildini okumalarına rehberlik etmek için tasarlanmıştır. Altı oturum sürecek olan atölyenin her bir oturumunda Kapital’in bir kısmı ele alınacak, bu kısımdaki kavramlar açımlanarak tartışılacaktır. Kapital, pek çok bağlamda okunabilecek, kapsamı çok geniş bir eserdir ve atölyenin amacı, metnin spesifik bir okumasının sunumunun yapılması değil, olabildiğince serbest tartışmalarla katılımcıların metne dair kendi okumalarını oluşturmalarını kolaylaştırmaktır.
Atölye, Kapital’i okumak yerine sunumlar sayesinde hakkında fikir sahibi olmaya yönelik değildir. Katılımcılardan, programa devam sağlamalarının yanı sıra, her oturumun okumalarını düzenli yapmaları beklenmektedir ve bu, takip edilecektir. Atölye sistematiği şöyle işleyecektir: Birinci oturumdan itibaren her oturumda, önce o oturuma kadar okunan kısım tartışma soruları çerçevesinde tartışılacak, sonrasında bir sonraki oturuma kadar okunacak kısım hakkında bir çerçeve sunuş yapılacaktır. Bu bağlamda da atölye okumalarını vakitli yapmak önemlidir.
Katılımcıların, metne başlamadan önce, eseri hangi bağlamda okuyacaklarına dair bir ön düşünme/inceleme sürecinden geçmeleri, metne dair bir takım önyargılar geliştirmeleri, metnin okunmasını zorlaştırmayacak, aksine kolaylaştıracaktır. Kapital, Marksizmin temel metnidir ve Marksizm, Marx’ın kendi tabiriyle devrimin bilimidir. Dolayısıyla son tahlilde eyleme kılavuzluk etme niyetiyle kaleme alınmış ve bu niyet her satırına sinmiş bir metin söz konusudur ve bu metnin statik bir biçimde, yalnızca “anlamak için” okunması hayli güçtür.
Atölye yürütücüsü, eserin Alaattin Bilgi tarafından tercüme edilmiş ve Sol Yayınları tarafından yapılmış 7. Baskısını kullanacaktır. Katılımcılar arzu ettikleri baskıyı kullanmakta serbesttir, ancak başka çevirilerde kavram seti ortak olmayacağı için kimi sıkıntılar yaşanabilir.
Atölye programı aşağıdaki gibidir.
- Oturum
Ön okuma: Ekonomi Politiği Eleştirisine Katkı’nın Önsözü. Kapital Cilt 1 – Almanca Birinci Baskıya Önsöz, Almanca İkinci Baskıya Sonsöz
Çerçeve Sunuş ve Tartışma: Marx’ın ve Kapital’in yöntemi
Çerçeve Sunuş: Meta ve Para
- Oturum
Ön Okuma: Kapital Cilt 1 – Birinci Kısım (Böl 1-3)
Tartışma: Meta ve Para
Çerçeve Sunuş: Artı-değer, sömürü ve sermaye birikimi
- Oturum
Ön Okuma: Kapital Cilt 1 – İkinci ve Üçüncü Kısım (Böl 4-11)
Tartışma: Artı-değer, sömürü ve sermaye birikimi
Çerçeve Sunuş: Ücret, işsizlik ve yoksullaşma
- Oturum
Ön Okuma: Kapital Cilt 1 – Dört, Beş ve Altıncı Kısım (Böl 12-22)
Tartışma: Ücret, işsizlik ve yoksullaşma
Çerçeve Sunuş: Sermaye birikimi ve çelişkileri, bunalım dinamikleri
- Oturum
Ön Okuma: Kapital Cilt 1 – Yedinci Kısım (Böl 23-25)
Tartışma: Sermaye birikimi ve çelişkileri, bunalım dinamikleri
Çerçeve Sunuş: İlkel birikim ve tarım-sanayi yabancılaşması
- Oturum
Ön Okuma: Kapital Cilt 1 – Sekizinci Kısım (Böl 26-33)
Tartışma: İlkel birikim ve tarım-sanayi yabancılaşması
Tartışma: Kapital’in güncelliği
Atölye Yürütücüsü: Nevzat Evrim Önal
Atölye Başlangıç Tarihi: 18 Ekim 2023
Atölye Günleri: İki haftada bir Çarşamba 20:00 – 22:30
Atölye Süresi: 6 Oturum
SOSYAL BİLİMLER ATÖLYELERİ BİLGİLENDİRME FORMU
"*" gerekli alanları gösterir